Dünyanın başka bir ülkesinde bu kadar hızlı ve yoğun bir gündem değişikliği var mıdır? Bilemiyoruz elbette. Türkiye gündemi, bir kaç haftadır İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve ardından tutuklanarak cezaevine konulması ile meşguldü. Tutuklamalar sonrasında günlerce süren protesto gösterileri ve boykotlarla ülke gündemi meşgul iken, 20 madde ve 2 de geçici maddeden oluşan “İklim Kanunu” tasarısının Mecliste görüşülmeye başlandığı duyuldu.
Bu arada sosyal medyada konuyla ilgili bir takım paylaşımlar da yapılmaya başladı. Çoğunlukla tasarıya karşı paylaşımlar. Eksik ve yanlış bilgiler, kulaktan dolma, uydurma sözler, komplo teorileri ne ararsan var. Ancak yıllardır çevre ve ekoloji mücadelesi yürütenlerin de itirazları vardı. Akla bilime ve gerçekliğe dayalı itirazlar. Başka bir tarafta da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının tasarıyı olumlu göstermeye çabalayan paylaşımları da başlandı.
Türkiye’nin ilk İklim Kanunu
Bakanlığın paylaşımlarında; “Türkiye’nin ilk İklim Kanunu ile; iklim değişikliği kaynaklı afetlerin yıkıcı etkilerine karşı dirençli şehirlerin oluşturulması, yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvikiyle doğa dostu üretim, biyoçeşitlilik ve yeşil alanların korunması sağlanacak. Su ve gıda güvenliğinin artırılması için alınması gereken tedbirler yasal düzenleme altına alınacak. Ekonominin, şehirlerin, tarım ve gıda başta olmak üzere kritik sektörlerin iklim krizinden en az etkilenmesi için yapılacak düzenlemeleri içeren kanun teklifi ile yerel ve ulusal eylem planlarının hazırlanması sağlanacak. Afetlerin neden olduğu kayıp ve zararların azaltılması amacıyla risk değerlendirme, izleme, bilgilendirme ve erken uyarı sistemler bütünleşik afet yönetimi esas alınarak geliştirilecek. Sektörlerin uluslararası rekabet gücünün artırılması için doğa dostu üretim süreci yasal güvenceye alınacak.” denilmektedir.
Bu açıklamalara temkinli yaklaşarak, kanun tasarısının olumlu-olumsuz yönlerini objektif olarak ele alacağız. Ancak bunu yaparken de iklim değişikliğini inkar eden bilim dışı yaklaşımların hatasına düşmemeye özen göstereceğiz. Evet, iklim değişikliği içerinde yaşadığımız dünyanın bir gerçeği. Artık küresel düzeyde bir kriz haline gelen çevre sorunlarının başında ise hava kirliliği gelmektedir. Başlangıcı sanayi devrimi olan bir sürecin bugün neticesini yaşıyoruz.
Endüstriyel faaliyetler ile ulaşımda fosil yakıtların (petrol, kömür vb.) kullanılması sonucu ortaya çıkan karbondioksit, atmosferde sera etkisine sebep olarak, neticede iklim krizine dönüşmüştür. İklim krizi ise aşırı sıcaklar, kuraklık, kıtlık, su kıtlığı, yaygın orman yangınları, ani ve aşırı yağışlar, seller vb. gibi çeşitli hidro-meteorolojik afetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevresel kirlilik elbette ki hava ile sınırlı da değil. Akarsuların, göllerin, denizlerin ve toprağın çeşitli kimyasallarla kirletilmesi de, insanlar ve tüm canlılar için temiz su ve temiz gıda güvenliğini tehdit etmektedir.
Yapılan araştırmalara göre, dünyada yaşanan mevcut çevre kirliliğinin yarıdan fazlası, son 40 yıl içerisinde meydana gelmiş. Teknolojinin hızla gelişmesi, endüstriyel faaliyetler, hızlı nüfus artışı, çarpık ve plansız kentleşme gibi sebepler, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının hızla tüketilerek doğa ile insan arasındaki dengenin daha çok bozulmasına neden olmaktadır. Bu dengenin bozulmasıyla birlikte doğanın özümseme kapasitesi tükenmekte, kendi kendini yenileyebilme potansiyeli de azalmaktadır. Gitgide geri dönülemez noktaya doğru evrilen küresel çevre sorunları, artık çözüme yönelik harekete geçmesi için de alarm zillerini çalıyor. Peki bu haliyle İklim Kanunu, sorunları çözebilecek mi? Yada bu amaçla mı çıkarılmak isteniyor? Ekolojik mi yoksa ekonomik kaygıları mı önceliyor? Bu sorulara bir sonraki yazımızda değineceğiz. Şimdilik esen kalın.
Servet ERTAŞ: İZ-AFED(İzmir Afet Bilinci, Çevre ve İklim Farkındalığı Derneği) Y.K Başkanı
Afet Bilinci Eğitmeni, Kent Çevre ve Yerel Yönetimler Y.L Prog. Mezunu
İzmir Kent Konseyi – Bütünleşik Afet Yönetimi Çalışma Grubu Kurucusu











YORUMLAR