Yazımızın ilk bölümünde de değindiğimiz gibi, ülkede siyasi gerginliğin had safhaya çıktığı bir zamanda, “İklim Kanunu” tasarısı, sessiz sedasız Meclis gündemine alınmış, alelacele görüşülmeye başlanmıştı. Hatta yazının ilk bölümünü yazarken de tasarının ilk 4 maddesi kabul edilmişti. Sonra ani bir gelişme oldu. Tasarıyı hazırlayan iktidar partisi milletvekilleri, tasarıyı geri çektiler. Bu konuda çeşitli yorumlar yapılmaktadır.
İklim Kanunu Tasarısına İtirazların Nedenleri ve İtiraz Grupları;
Önceki yazımızda da belirtmiştik. İklim Kanununa karşı olan 2 farklı itiraz grubu var. Bunlardan birincisi; iklim krizini inkar ederek sosyal medyada akla, hayale, izana sığmayacak tevatürler yayanlar. Mesela; “hayvancılık yasaklanacak”, “bahçenize marul bile ekemeyeceksiniz”, “size et yerine, böcek yedirecekler” vb. gibi), ilginç ve hatta gülünç komplo teorileri paylaşıp, halkı korkutmaya çalışanlar. Bunlar esasında konuyu sulandırarak, iklim krizi gerçeğinin ve etkilerinin üzerini örtmeye uğraşanlardır. Çoğunun çevre sorunlarıyla-ekosistem ile ilgili hiç bir kaygıları, dertleri yok. Bugüne kadar hiçbir çevre-ekoloji mücadelesi içerisinde de görülmüş değiller. Elbette aralarında konuyu derinlemesine araştırmadan iyi niyetle bu tür paylaşımları yayanlar olduğu gibi, yaşanan ekolojik bunalımdan vahşi kapitalist üretim-tüketim sarmalını sorumluluğunu gizlemeye uğraşanlar, arka plandaki fosil yakıt lobisinin uzantıları.
Bir diğer itiraz grubu ise ülkemizde yıllardır çevre-ekoloji mücadelesi yürütenler. Onlar bu uğurda nice bedeller ödemiş, bilinçli ve yürekli insanlar ile onların temsil ettikleri çevre-ekoloji örgütleri. Onların itirazı ise son derece akla, mantığa, vicdana ve bilimsel gerçekliğe uygun temellere dayanıyor. İçinde yaşadığımız dünyanın gitgide kirletildiği, atmosferdeki sera etkisinin aşırı ısınma ile dünyayı geri dönülemez noktaya doğru götürdüğü; bunun sebebinin daha fazla kâr hırsı ile işleyen vahşi kapitalist üretim ve tüketim sistemi olduğu yönünde. Yaşanan ekolojik tahribatın sadece hava kirliliği ile sınırlı olmadığı; okyanusların, denizlerin, göllerin ve akarsuların da hızla kirletilmeye devam ettiği; aşırı kimyasallarla toprağın ve yeraltı sularının da bu kirlenmeden yoğun şekilde etkilendiği tespiti ile bu gidişata acilen dur denilmesini, etkili önlemler alınmasını istiyorlar.
İklim Krizi Türkiye İçin Neden Acil ve Önemli?
Hava, su ve toprak kirliliğinin ekolojik bozulmaya yol açtığı; küresel ısınmanın ise bu döngünün bir parçası olduğu yadsınamaz. İklim değişikliği ile aşırı sıcaklar, kuraklık, kıtlık, su kıtlığı(susuzluk) sıcak hava akımları, yaygın orman yangınları, ani ve aşırı yağışlar, ani sel ve su baskınları gibi pek çok meteorolojik afetlerin döngüsel bir ilişkide olduğu, birbirlerini tetikledikleri aşikardır. Üstelik Türkiye iklim krizinden en çok etkilenen ve etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz havzasında yer alıyor. Son birkaç yıldır yaşanan mevsim normallerinin çok çok üzerindeki aşırı sıcaklar, su kıtlığı, orman yangınları, seller bunun en bariz göstergesidir. İklim değişikliği; günümüzde “kriz” seviyesine gelmiş küresel bir sorun olup, ülke ya da bölge sınırı tanımayan etkilere sahiptir. Bu nedenledir ki, bazı çevrelerince “iklim krizi”, “iklim afeti” şeklinde tanımlamalar da yapılmaktadır. Bu gerçeklik karşısında hala hiçbir şey yokmuş gibi davranmanın, sorunu yok saymanın akıl, mantık ve vicdan ölçeğinde yeri yoktur.
Yaşanan Ekolojik Sorunlara, Çıkarılmaya Çalışılan “İklim Kanunu” Çözüm Olabilecek Mi?
Tasarıdan anlaşıldığı üzere kesinlikle hayır. Çünkü hazırlanan tasarı çevreyi-doğayı yani ekosistemi korumayı hedeflemek yerine, karbon emisyon ticareti gibi uygulamaları önceliğine almıştır. Kanun tasarısı metninde 20 küsur yerde “ticaret” ibaresi geçerken, “fosil yakıt”, “kömür”, “orman” gibi sözcüklere pek rastlanmıyor. Öyleyse buna nasıl bir “İklim Kanunu” denilebilir ki? Bu haliyle “Emisyon Ticareti Kanunu” tasarısı olmuş. Yani havayı-suyu-toprağı kirletmeyi, alınır satılır bir meta haline getirmekte.
Termik Santralleri Yeşile Boyamakla Çevre Korunmaz!
Böyle bir görsel vardı. Termik santrallerin bacalarını yeşile boyuyorlar. Ama bacalarından kömür karası dumanlar çıkmaya devam ediyor. Ambalajını yeşil yapmakla hiçbir fikir ve kanun da çevreci olmaz. Dünyanın en kirli fosil yakıtı olan kömürden çıkışı hedeflemediği için, termik santrallerin atmosfere karbondioksit salmasına devam edilecek. Ülkemizde termik santrallerin kurulu olduğu şehirlerde akciğer kanseri oranındaki korkunç bilanço, bunun en bariz açıklamasıdır. Kömür gibi kirli yakıtlar doğamızı ve bizi zehirliyor. İklim kanunu, 2030 yılına kadar elektrik üretiminde kömürden çıkışı hedeflemeli.
Konuya “Çevre Hakkı-Yaşam Hakkı” Ekseninden Bakmadıkça, Çözüme Ulaşılamaz
Bugün olduğu gibi yarın da sağlıklı bir çevrede yaşayabilmek için temiz havaya, suya ve toprağa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. TC. Anayasasının beki de kıymeti bugüne kadar yeterince anlaşılamamış 56. Maddesi; “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir….” der. Anayasanın bu maddesi ile yaşam hakkının ancak sağlıklı ve dengeli bir çevrede gerçekleşebileceği belirtmektedir.
Bu nedenle gerek iklim krizine sebep olan hava kirliliği ve gerekse diğer tüm ekolojik tahribata karşı, her bir bireyin çevre hakkını dolayısı ile yaşam hakkını savunması, kirleticilere karşı en önemli mevzi olacaktır. Aynı şekilde iklim krizi gerçeğinin kendisini inkar edenler ile bu krize sebep olanların kendi sorumluluklarını inkar etmelerine karşı da, en temel hukuki dayanağımız anayasal çevre hakkına sahip çıkmaktır.
Çevre hakkına sahip çıkmak, aynı zamanda temiz hava, temiz su, temiz toprak-gıda hakkına yani kısaca yaşamı sürdürme hakkına da sahip çıkmaktır. Sadece insanların da değil, tüm canlıların çevre ve yaşam haklarına sahip çıkmak, kendisine insanım diyen ve az çok çevre bilinci olanların vicdani görevidir. Bu bilince sahip olmayanlara ise gerçeği en yalın ve anlaşılır şekilde anlatmak, meseleyi bugünden hak temelli tartışmak elzemdir. Çevre hakkını savunmak, sadece çevrecilerin-ekolojistlerin üzerine yüklenememeli, aynı havadan soluk alan, yaşamak için temiz suya, temiz topraktan temiz gıdaya ihtiyaç duyan her insanın sorumluluğudur. İster bu gerçeğin farkında olsun, isterse olmasın. Bugünden gelecek kuşaklara temiz ve yaşanabilir bir çevre-dünya bırakma sorumluluğumuz insan olarak hepimizin üzerinde.
Nasıl İklim Kanununa İhtiyaç Var ve Tasarı Nasıl Hazırlanmalıdır?
Bu eksende bakıldığında evet bir İklim Kanunu yapılacaksa, sadece sermaye çevrelerinin istek ve çıkarlarına göre hazırlanıp, oldu bittiye getirilerek çıkarılmamalıdır. Tasarıda öncelik karbon emisyon ticareti, çevreyi kirletme serbestisinin satın alınması olmamalıdır. Kanunun önceliği çevreyi-ekosistemi korumak, insanlar başta olmak üzere tüm canlıların çevre ve yaşam haklarını gözetecek, adil geçiş hakkı sağlayacak bir metin olmalıdır.
AB ve emperyalist çevrelerin çıkarlarını değil, ülke halkının ve üreticisinin iyiliğini düşünecek bir tasarı olmalıdır. Bunun için de bilim insanlarının-akademisyenlerin, çevre-ekoloji örgütlerinin katkısıyla, tüm toplumsal tarafların katılımı ve tüm siyasi partilerin ortak mutabakatı ile hazırlanacak bir kanun tasarısı olmalıdır. Böylece iklim krizine karşı, içinde bulunduğumuz ve en fazla etkilenecek olan Akdeniz havzasından doğru mücadele edecek bir kanun çıkarılmalıdır. İçinde yaşadığımız dünyayı, gelecek nesillere yaşanabilir halde bırakmanın yegane şartı da budur.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede, afetlere dirençli kentlerde ve konutlarda huzurla yaşamanız dileğiyle, esen kalın.
Servet ERTAŞ: İZ-AFED(İzmir Afet Bilinci, Çevre ve İklim Farkındalığı Derneği) Y.K Başkanı
Afet Bilinci Eğitmeni, Kent Çevre ve Yerel Yönetimler Y.L Prog. Mezunu
İzmir Kent Konseyi – Bütünleşik Afet Yönetimi Çalışma Grubu Kurucusu
YORUMLAR