Afetler; normal hayatı kesintiye uğratan veya durduran, etkilenen toplumların baş etme kapasitesinin yetmediği doğa, teknoloji ve insan kaynaklı olağan dışı durum olarak tanımlanır. Bu tanımdan da yola çıkarak, son yıllardan birçok afet tipine maruz kaldığımız söylenebilir. Meydana gelen afetlerde yaşanan can ve mal kayıplarının yanı sıra, yerleşim alanları ve doğal çevre de büyük zararlar görmekte. Ekonomik ve sosyal gelişmişlikle de yakından ilişkisi olan afetler, yaşandığı ülkenin gelişimine olumsuz etki yaratarak, ekonomisine de ağır darbeler vuruyor. Kentimiz İzmir’de deprem, sel, deniz taşkını, deniz kirliliği, orman yangınları vb. gibi afetlerden fazlaca etkilenen kentlerin başında gelmektedir.
Böylesine büyük bedelleri olan afetlere zamanında, doğru ve planlı şekilde müdahale ederek, can ve mal kurtarmak, yaraların gecikmeksizin sarılması elbette ki çok önemlidir. Geleneksel afet yönetimi de zaten bu reaktif yaklaşım ve “yara sarma” temeli üzerine kurulmuştur. (Yara sarma konusunda başarı da ayrıca tartışılır.) Salt afet sonrasına endeksli “yara sarmacı” yaklaşımın ise afetlerle mücadelede yeterli olmadığı, yaşanan acı deneyimler sonucu anlaşılmıştır. Çünkü olmadan önce alınacak önlemler sayesinde, belki de depremler, sadece doğa olayı olarak kalacaktır. Tıpkı Japonya’da geçen yıllarda yaşanan 7.2 büyüklüğündeki deprem gibi.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bundan 102 yıl önce söylediği “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.” sözü, afet risk yönetimine de emsal teşkil edecek öngörülülük örneğidir. BM’nin Hyogo ve Sendai konferaslarında da risk yönetiminin altı özellikle çizilerek, yeni bir afet yönetimi modelinden söz edilmiştir. Bu yeni model, Japonya ve Şili gibi 9.5 büyüklüğünde depremlerle büyük felaketler yaşayan ülkelerin de deneyimlerini de yansıtmaktadır. Buradan hareketle afet risk yönetimi, tüm dünyada önem kazanmıştır. Artık afet tehlikelerini kaynağında azaltmak ve mümkünse yok etmek yada en azından meydana gelecek olayların yıkıcı etkisini azaltmak için sakınım planları yapılmaktadır. Afet risk yönetiminde harcanan her 1 birim maliyet, en az 10 birim zarar ve hasardan kuruyabilir.
Ancak afet risklerini azaltmak, yapı stokunu iyileştirmek-yenilemek, her şeyden önce bu konuda samimi ve kararlı devlet politikasına ve elbette ki büyük bir ekonomik kaynağa dayanıyor. Yoksul insanların “depremden mi yoksa açlıktan mı ölmek” tercihini yapmak zorunda kaldığı ve eski binalarını kentsel dönüşümle yenileyemediği bir ülkede, yapı stoku nasıl yenilenecek ki? Gençken edindikleri eski evlerde yaşayan yaşlı ve emekli insanların, binalarını kentsel dönüşüme dahil etmeleri ve artık ödenemez derecede yükselen maliyetleri karşılamaları, kuşa dönmüş emekli aylıkları ile mümkün gözükmüyor İşin ucu yine paraya, gelir adaletine ve toplumsal refaha dayanıyor. Ünlü edebiyatçı ve düşünce insanı Viktor Hugo’nun bahsettiği “yardıma muhtaç yoksullar mı, ortadan kaldırılmış bir yoksulluk mu” sözü, ülkeleri yönetenlerin, kaynak dağılımındaki tercihini tanımlıyor. Bu tercih, afet risk yönetimi açısından da belirleyici öneme sahip.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede, afetlere dirençli kentlerde, insanca koşullarda yaşamak umuduyla; herkese esenlikler diliyorum.
(*) Servet ERTAŞ:
İZ-AFED(İzmir Afet Bilinci, Çevre ve İklim Farkındalığı Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı
Afet Bilinci Eğitmeni, Kent Çevre ve Yerel Yönetimler Y.L Prog. Mezunu
İzmir Kent Konseyi – Bütünleşik Afet Yönetimi Çalışma Grubu Kurucusu
YORUMLAR